“Sahnede daha fazla kadın trompetçi, tromboncu görmek istiyorum”

Home > About > News > Sahnede daha fazla kadın trompetçi, tromboncu görmek istiyorum

Selen Gülün, caz piyanosu, bestecilik ve vokalistlik alanındaki yeteneğinin ötesinde, müzikleriyle kadın sesine ve toplumsal mesajlara dikkat çeken bir sanatçı. Eserleriyle dinleyicilerini düşünmeye ve sorgulamaya teşvik eden Gülün, sanatın sadece estetik bir deneyim olmadığını, aynı zamanda bir değişim aracı olabileceğini de savunuyor.

Caz gibi geleneksel olarak erkek egemen bir müzik türünde kadın sanatçıların karşılaştığı önyargılardan ve eşitsizliklere dikkat çeken Gülün, bu algıyı değiştirmek için mücadele ediyor.

Gülün, müzikleriyle sadece kadın meselesine değil, aynı zamanda çevre, barış ve insan hakları gibi diğer toplumsal meselelere dokunuyor. Caz dünyasında kadınların yeterince yer bulamamasına çözüm üretmek amacıyla hayata geçirdiği Kadınlar Matinesi projesi ile caz müzisyeni kadınların seslerini duyurmayı ve daha fazla alan açmayı hedefleyen Gülün, sahnede daha fazla kadın saksafoncu, trompetçi ve kontrbasçı görmek istiyor. Selen Gülün, erkek müzisyenlerin böyle bir problem olmadığını iddia edebileceğini ancak bunun fırsat eşitsizliği gerçeğini değiştirmeyeceğini sözlerine ekliyor.

Müzik yaşamına yedi yaşında İstanbul Belediye Konservatuarı’nda başladınız. Müzikteki geniş ve başarılı kariyerinizin temelini hangi unsurlar oluşturdu? 

Ailem müziksever, okumayı, sanatı seven bir aile. Hani bu her şeyin dinlendiği evlerden biriydi bizimki. Hem annem hem babam mühendis. Annem aynı zamanda ressam. Bizi ablamla düzenli olarak Cumartesi sabahları İDSO konserlerine götürürdü. Kendisi klasik batı müziği literatürünü çok iyi tanır. Başka konserlere de, tiyatrolara, festivallere de giderdik. İstanbul’da yaşamanın, şehir kültür ve sanat hayatının orta sınıf bir aileye verdiği nimetlerden sonuna kadar faydalandık diyebilirim. Dayım bir gün yetenekli olduğumuzu düşündüğü için annemle konuşup bizi konservatuar sınavlarına sokmaya ikna etti. Kayıtların son dakikasında sınava yazdırıldık. Birinci ve ikinci olarak kazandık. Konservatuar eğitiminin nasıl bir şey olduğunu hakkında hiçbir fikrimiz yoktu, hep birlikte öğrendik. Zaten mizacı meraklı bir tip olduğum için iki okul okumanın yanında kitap okumaktan, spor yapmaktan, sokakta oynamaktan, dans etmekten, yapmayı sevdiğim şeylerden ödün vermeden büyüdüm. Lisanslı basketbolcu, atlet, konservatuar öğrencisi kimliklerimin hepsini birden yürütüp üniversite zamanına geldim. Müzik ağır basmaya başlamıştı. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde okurken konservatuara da yarı zamanlı öğrenci olarak devam ediyordum. Profesyonel hayatım çok erken başladı, 19 yaşındaydım. Ardından tam zamanlı müzik eğitimine yöneldim. Mimar Sinan Üniversitesi Konservatuarı’nda bestecilik ve piyano öğrenciliği çift anadal okurken Aydın Esen ile tanıştım. Onunla çalışmalarım aklımı açtı ve kariyerimi değiştirdi. Berklee College Of Music’e caz kompozisyon okumaya gittim bursla. Kısa zamanda ödüllerle bitirdim okulu. Bu sırada İstanbul Bilgi Üniversitesi Müzik Bölümü kurulmuştu. Onların çağrısı üzerine 26 yaşında müzik bölümünde ders vermeye başladım. Hayatım bestecilik, eğitmenlik ve icracılık arasında bölünerek devam ediyor.

Sanırım orta sınıf İstanbullu iyi eğitimli bir ailenin çocuğu olmak çok önemli bir şanstı en baştan. İstanbul’da büyümek de… İnanılmaz gruplar izledik büyürken: Miles Davis’i canlı izledim, Stan Getz’i, Oscar Peterson’ı, Keith Jarrett, Chick Corea, Ornette Coleman… Caz müzisyeni olma hayali kurabilecek kadar yakın temasta kalabildim böylece müzikle. Dönemin en iyi müzisyenleri ile çevrili bir ortamda büyüdüm, çalıştım. Bir yandan da yakın arkadaşlarımın çoğu müzisyendi. Birlikte vakit geçirip konserlere gidiyor, kitaplar paylaşıyor, müzik dinliyorduk. Böyle meşgul bir hayat akışı içinde disiplinli olmayı, zamanı iyi kullanmayı öğreniyorsunuz. Bu da bir müzisyen için en önemli yetilerden biri.

Müzikal çalışmalarınız ve sahne performanslarınız farklı coğrafyalarda geniş bir kitleye ulaşmış durumda. Bu uluslararası başarı, sanatın evrensel dilini ve kültürel etkileşimi nasıl yansıtıyor? 

Müzik bir ifade biçimi, iletişim aracı ve birleştirici bir dil. Sosyal fenomen. Duygu, düşünce ve ruh haline direkt ve yoğun etkisi de sınırları aşan evrenselliğinden bahsedebilmemizi sağlıyor. Müzik yazmaya başladığımda iyi kullanabileceğim bir dil olduğuna karar vermiştim. Coğrafyayla sınırlı bir dil olarak algılamadım. Bu, küçük yaşta batı müziği eğitimi almaya başlamış olmamla ve enstrüman olarak piyano çalmamla ilgili olabilir. Piyano bu coğrafyanın müziğini temsil eden bir enstrüman olmasa da ben buranın insanıyım. İster istemez müziğin içine, kullandığınız dile, tekniğe, yazdıklarınızın nefes alıp verme şekline, formuna yansıyor. Sağlam bir teknik donanım sahibi olmam dünyanın çeşitli bölgelerindeki insanlarla kendi müziğim üzerinden iletişim kurabilmeme yardımcı oluyor. Yazdıklarım müzik dili okuryazarları için kolaylıkla okunabilen ve icra aşamasında da zorlukları aşabilecek bilgiyle dolu notalar. Bazıları standart notasyon değil ama zamanla kendinizi nasıl daha da iyi ifade edebileceğinizi öğreniyorsunuz. Kendi dilinizi geliştiriyor, uzmanlaşıyorsunuz. İfade ederken ben çalıştığım müzisyenlerin benim yazdıklarım çerçevesinde (ve bazen dışında) özgürlük alanları olmasına maksimum özen gösteriyorum. Birlikte çalarkenki tavrım da böyle. Birçok kez Türkçe şarkılarımı icra ederken Japonya, Avustralya, İtalya olsun dinleyicilerin bana ‘ne dediğinizi anlamıyorum ama bana çok dokunuyor’ dediğine şahit oldum. Burada sözlü müzik bile olsa, insanlar neden bahsettiğinizi anlamasa bile müziğinizle ilişki kurabiliyor olması çok önemli. Zaten dinleyicinin müzikten beklentisi seslerin kendine dokunması. Bu her zaman iyi, güzel kavramlarıyla anlatılabilecek bir duygu durumu değil ama şaşırmak, sürüklenmek, etkilenmek gibi beklentileri peşinden sürüklüyor. Yaşadığım farklı ülkelerin kültürlerinin de müziğime katıldığı düşünülürse kültürel etkileşimin müzisyen ve dinleyicisi arasında karşılıklı bir alış veriş olduğunu duyabiliriz.

 

Türkiye’de Kadın ve Müzik – Women and Music in Turkey
Derleyen: Patricia Adkins Chiti, Selen Gülün
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
292 sayfa, Nisan 2019

Türkiye’deki kadın müzisyen ve bestecileri araştırarak belgelediğiniz Türkiye’de Kadın ve Müzik adlı eserle müzik tarihimize önemli bir katkı sundunuz. Bu çalışmada Adkins Chiti Vakfı ile yaptığınız iş birliği size nasıl bir akademik ve sanatsal derinlik kattı?

Björk’ün meşhur bir röportajı var 2014’te Pitchfork’a verdiği. Orada kadın müzisyenlere “hayır hayal etmiyorsunuz, bunlar gerçekten de oluyor” diye anlattığı sektörel ayrımcılık hikayeleri var. Ben bu röportajı Bilgi Müzik’te verdiğim toplumsal cinsiyet dersi Kadın ve Müzik’te de kullanıyordum. Orada özetle erkek değilsen nasıl her yaptığını onlardan beş kat iyi yapman ve herkesin çalıştığından on kat fazla çalışman gerektiğini kendi kariyer örneklerinden anlatıyor. Ben de bu hikayelerin onlarcasını kendi kariyerim boyunca yaşadım. Bu sorunlara ortak bakış açısı ile yaklaşıp bilimsel bilgi ışığında hazırlanacak bir Avrupa Birliği raporunda bir araya getirileceğini duyunca da Adkins Chiti Vakfının çalışmalarına katılmaya karar verdim. Avrupa Birliği fonu destekli WIMUST projesi, kadın bestecileri merkezde tutan bir araştırma yürüttü ve 3 sene boyunca her yaz 3 günlük yoğun oturumlarla Avrupa’dan 39 Kadın Besteciler Birliği üyesinin katılımıyla Donne In Musica’nın Fuiggi’deki merkezinde buluşuldu. Ülke farkı olmaksızın yaşadığımız sorunların benzerliği, bunlar karşısında adım atmayan devletlerin aldığı tavır ortaklığı şaşırtıcıydı. Sonuçta çalışmalardan sonra ortaya çıkan besteci sayısı 3 sene önce bu toplantılar başlamadan önceki sayılardan çok yüksek çıktı. Rapor Avrupa Birliği’ne bir görünürlük projesi olarak sunulup ayrımcılıkla ilgili maddeleri gözden geçirmeleri sağlandı. Ben bu projenin ilk akademisyen, müzisyen araştırmacısı olarak 3 ay Fiuggi’de yaşadım. İlk Kadınlar Matinesi benzeri projede Türkiye’den altı kadın bestecinin eserlerini İtalyan müzisyenlerle Roma’da Donne in Jazz festivalinde çaldım. Özellikle uluslararası performanslarıma Türkiye’den kadın bestecilerin müziklerini de ekleme fikri böylece doğmuş oldu. Başlangıçta Osmanlı döneminden 14 besteci ile başladığım çalışmalarım Türkiye’de Kadın ve Müzik kitabının özgeçmiş ansiklopedisi kısmındaki 165 kişiye kadar ulaştı. Böyle bir çalışma Türkiye’de ilk defa yapılmış oldu. Aynı zamanda ülkedeki opera, müzik bölümü olan üniversiteler ve müzik okulları, gençlik orkestraları gibi birçok bilgiye de ulaşıp listeleme şansım oldu. Bu çalışma bana nerede yaşadığım ve koşulları hakkında derinlemesine bir fikir verdi. Böyle bir çalışmayı benden başka yapan var mıdır, bilmiyorum. Kitabı hazırlamaya da beni Patricia Adkins Chiti ikna etti. Çok zorlu bir çalışma oldu. Bu hem Türkçe hem de İngilizce yayın için birçok kadın bestecimiz, dönemin Bilgi Müzik asistanları, arkadaşlarım, İTÜ Konservatuarı akademisyenleri ve asistanları hiçbir karşılık beklemeden çalıştı. Bana da bu 9 senelik yolculuktan bir kitap ve albümü de yayınlanmış Kadınlar Matinesi projesi kaldı.

“Many Faces albümümde beklenmedik
taraflarımın ortaya çıkmasına izin verdim”


2019’da yayımlanan Many Faces albümünde Japon ve İtalyan müzisyenlerle birlikte çalıştınız. Uluslararası işbirlikleri müziğinize nasıl bir zenginlik kattı? Bu albümün genel müzikal yapısını ve dünya müziğindeki yerini nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Her şeyden önce dünyanın birçok yerinde kendi müziğini lokal müzisyenlerle çalmak kendime de müziğime de bakış açımı değiştirdi. Ben müzik yazarken ve çalmayı hayal ettiğim halinde hep çalan kişilere kendilerini anlatabilme alanı bırakabilmeyi arzuluyorum. Bu insanın dinleme, başkalarından öğrenme alanı olarak da değerlendirilebilir. Kendimi başka bir kültürden gelen birisinin gözünden görmek, kulağından duymak çok heyecan verici bir deneyim. Özgür doğaçlama en çok çaldığım konser formatlarından biri. Nedense bu Türkiye’de pek bilinmiyor ama uluslararası konserlerimin birçoğunu bu şekilde hazırlıksız, belki de yeni tanışmış olduğum insanlarla çalıyorum. An içinde müzik düşünmek, ses çıkarmak, organize etmek, dinlemek, birlikte üretmek tüm duyularınızın sonuna kadar açık olmasını gerektiren bir durum.

Ben Many Faces albümümde beklenmedik taraflarımın da ortaya çıkmasına izin vermek istedim. Bir plak konsept albümü olduğu için A yüzünde yazılı müziklerimi duo olarak çaldığım müzisyenlerle B yüzünde aynı sırayla tamamen doğaçlama parçalar çaldım. Bizi kısıtlayan tek şey bir plağa sığması gerektiği için doğaçlamaların zaman kontrolü oldu. Rastlamsallıktan vazgeçmemek adına herkesle sadece 2 saat stüdyo zamanı ayarladım. Bunun içinde ne çalınırsa onu yayınlamaya karar verdim. Marcello Allulli ile başka projeler ve albüm kayıtlarım da var. Onunla Roma’da turnedeyken kaydettiğimiz 2 saat ile başladım. Sonra Tokyo’da birlikte çalmaya bayıldığım kemancı Keisuke Ohta, piyanist Hakuei Kim ve trompetçi İssei İgarashi ile kayıtlar yaptım. Hepsi çok renkli kişilikler ve Japonya’da orijinal işleri ile meşhur olmuş dünya çapında müzisyenler. Many Faces’de senelerdir uyuyamayınca yazdığım Gece Bekçisinin Haiku’larından Shimoda’da yazdığımı Japonca söylediğim bir parça var. Albümde Duality hariç diğer 3 parçayı Tokyo’daki yaşantım sırasında yazdım. Duality’nin ismini Malmö’deki bir dinleyici koydu. Bütün bunlar açısından bakarsanız Many Faces o dönem ben kimsem onu çok iyi yansıtan, değişkenliğe açık olduğumun ilanı gibi bir albüm oldu. Plaklarımın çoğu pandemi yüzünden ben burada kalınca Tokyo’da bir depoda kaldı. Buradakilerin de tamamı satıldı ama albüm Türkiye’de yerini bulmadı henüz.

2022’de Türkiye’nin seçkin caz müzisyenlerinden oluşan Blue Band ile aynı adı taşıyan bir albüm yayınladınız. Bu albüm, Türk caz sahnesine ne gibi yenilikler kattı?

 

 

Caz müziğinde standart bir Big Band’de bulunan enstrümanların daha küçük bir grupta birleştirilerek kullanılması ile ortaya çıkan orkestraya Jazz Combo deniyor. Blue Band de 6 nefesli enstrümanın piyano, bas, davul olarak kurgulanmış ritim grubu ile bir araya gelmesi ile oluşturulmuş bir orkestra. Türkiye’nin en iyi caz müzisyenlerinden bazılarının yer aldığı ekip ile benim 25 sene içinde ara ara bu caz ensemble için bestelediğim müziklerden oluşan bir repertuar çalıyoruz. Blue Band bestecinin kendi eserlerini seslendirip yönettiği ilk caz kombo orkestrası ve albüm de müziklerin hepsinin bu oluşum için yazılmış olması açısından Türkiye’de yapılmış ilk orijinal Caz ensemble albümü olarak görülebilir. 14-15 Mayıs 2022’de Hayyam Stüdyolarında müziğin doğasına uygun olarak canlı çaldık, kaydettik ve Many Faces’den sonra kendi plak şirketim iKi Muzik’ten yayınladığım ikinci albümüm oldu.

Blue Band albümünün önceki çalışmalarınızdan farklılaşan yönleri nelerdi? Bu albümün caz müziği üzerindeki etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Blue Band performanslarında yer yer çağdaş müzik izlerine, Swing’li standart bir caz orkestrası tavrına, kolektif doğaçlamalar olan bölümlere, tatlı melodiler, beklenmedik armoniler, farklı stiller ve çılgın açık çalımlara denk gelebilirsiniz. Müzikleri icracıların karakterlerini tek tek ortaya koyabileceği bir anlayışla yazdım. Bir de benim 25 senelik dönemimi kapsayan arayışlar var. Mesela albümün açılış parçası Eski Müzik benim 2003’te 3 nefesli bir kombo için yazmaya başladığım ve sonra bas klarinet ekleyip 4’e çıkardığım bir grup için 2022’de tamamladığım bir yazı. Füg tekniğiyle başlayıp daha net bir caz diliyle devam edip açık notasyonla, doğaçlamalarla bitiyor. Bu benim yazım tekniği olarak kullandığım birçok farklı tekniğin yıllar içinde bir potada erimesi. Dünyada nereye gitsem bu müziği hep yanımda taşıdım. Bir nevi günlük gibi ekleye ekleye yazdım. Açık yazım dilini şarkılarımda da kullanıyorum ben. Aradaki çizgiler eridi gitti zamanla. Blue Band Japan konseri de yaptım 2017’de. Tokyo’da Japonya’nın en yetkin müzisyenlerinden bir ekiple. Çok da güzel bir konser oldu. Fakat yazarken kişiye göre veya müzik için yazıyor olmak besteye yaklaşımı değiştiriyor. Müzisyenlerin özelliklerini, renklerini bilerek müzik yazma şansı çok özel bir şans. Şu anda bunun keyfini sürüyorum diyelim. Şu anda başka ekiplerin de caz kombo gruplar için yazdıklarını kaydetmeye başladığını görüyorum. Zaten iKi Muzik’ten Tolga Tüzün’ün ilk albümü Nix’in devamı niteliğinde bir çeşit caz kombo albümü olan Phoenix’i çıkartmıştık 2021’de. Türkiye’de caz müziğinde konservatif bir bakış açısı hakim. Bunu yıkan böylesi bir çeşitliliğin devamını görmek çok isterim.

Türkiye’nin önde gelen kadın caz vokalistlerinin güçlerini birleştirerek çıkardığınız Kadınlar Matinesi albümü, hem müzikal açıdan hem de toplumsal mesajlarıyla nasıl bir etki yaratıyor? Albüm, toplumsal cinsiyet eşitliği ve müzik özellikle cazda kadınların yeri hakkında ne tür mesajlar veriyor?

Kadınlar Matinesi proje ismini 10 sene önce bir konserde aldı. Kadınların bir araya gelip eğlenmesi, paylaşması, dans etmesi, günlük streslerinden uzaklaşması gibi eylemleri birlikte gerçek kıldıkları bu sosyal eylemi hor gören kitleye tepkiden geliyor adı. 3-4 kadın bir araya gelse ‘matine mi yapıyosunuz?’ diye dalga geçilen eylemin kendisi köklerini çok eskilerden alıyor ve müthiş bir dayanışma örneği. Erkek egemen endüstride seslerini kolaylıkla duyuramayan kadın besteci ve şarkı yazarlarının müziklerini yeniden yorumladığımız bir proje bu ve amaç aslında dönüştürerek çoğalmak. Bu proje sayesinde bir dayanışma kültürü oluştu, bunu gözlemliyor ve çok seviniyorum. Müziklerini düzenlediğim ve sahnede ağırladığım 30’dan fazla sanatçı 60 küsür müzik var ve bu öyle bir dönüşüm ki kadın müzisyenler kendi programlarına birbirlerinin müziklerini almaya başladılar. Ben bu düzenlemelerin hiçbirini bir karşılık bekleyerek yapmadım. Tamamen kendi irademle başladığım bir projeydi ve tek başarmak istediğim bir arada durmaya gücümüzün olduğuna inanmak ve kız kardeşlerimi de inandırmaktı. Projeye başladığımda sadece kadınlardan oluşan bir grup kurma niyetim asla yoktu. Bu projenin amacı yakın zamanlarda kadın besteciler tarafından yayınlanmış müziklerin yeniden yorumlanmasıydı. Fakat zaman içinde projeyi çalan sabit bir kadın müzisyenler ekibi oldu. Proje değişkenlik ve güncellik gerektiriyor bu yüzden albüm yapmak aklımda yoktu. Ama sevgili arkadaşımız Değer Deniz’i kendi evinde korkunç bir cinayete kurban verdik ve bu bende Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ile de çalışan birisi olarak derin bir yara açtı. A.K. Müzik’ten bir albüm yapma teklifi gelince hemen onayladım ve müziklerini sevdiğim, birlikte çalmaktan hoşlandığım bir grup arkadaşımla albümü kaydettik. Aslında bu albüm birçok açıdan değerlendirilebilecek bir albüm. Bir kere canlı kayıt. Albümde yer alan tüm şarkıcı şarkı yazarları da grupla birlikte söyledi. Aranjmanlardaki yaylı sazlar grubu ve nefesli grubu da matine grubu ile birlikte canlı çaldı. Tüm albümü böylece 3 gün içinde kaydedip bitirdik. Başarılı, birlik beraberlik içinde ve sevgi saygı çerçevesinde, sorunsuz geçen bir albüm kayıt süreci oldu. Albümü Değer’e ithaf ettik. İçinde onun da bir şarkısı var ve benim onun öldürülmesi haberinin hemen ardından yazdığım bir şarkı da var. Biraz karanlık bir tarafı var albümün ama bu şartlar altında başkası da beklenemezdi zaten. Bu soruyu böylece aslında satır aralarında cevaplamış oldum galiba. Fakat bilinsin isterim ki caz müzisyeni kadınlar Türkiye’de çok az sayıda. Dünyadaki artışın etkisi bizde karşılık bulmuyor. Şarkıcı ve şarkı yazarı olmak çok daha popüler bir kariyer şu anda. Sahnede daha fazla kadın saksafoncu, trompetçi, tromboncu, kontrbasçı görmek istiyorum. Olmaması bile sektörün ne kadar erkek egemen ve kadın müzisyenlere alan açmayan bir sektör olduğunu gösteriyor. Erkek müzisyen arkadaşlarımıza sorsanız böyle bir problem olmadığını iddia ederler. Fakat var. Fırsat eşitliği yok. Kadın müzisyenlere alan açılmıyor.

Bir röportajınızda Kadınlar Matinesi ile ilgili soruya “İnsanoğlu birlikte sosyal yaşama geçtiğinden beri kadınlar arasında dayanışma var. Kadın zaten bunu yapar. ‘Paylaşır’; çocuk bakarken, yemek yaparken, yaraları sararken, iyileştirirken, eğlenirken, müzik yaparken…” yanıtını vermişsiniz. Bu bağlamda Kadınlar Matinesi, kadın dayanışmasının ötesinde nasıl bir müzikal derinlik sunuyor?

Önceki cevabımda da bahsettiğim gibi Kadınlar Matinesi sürekli yenilenen bir yapıya sahip. Hep aynı insanlarla çalmak yerine genç müzisyenlerle usta müzisyenleri bir araya getirip çalma imkanı sunmayı da hedefliyor. Burada cinsiyet ayrımı gözetmeksizin bir araya gelip müzik yapmak çok önemli. Çünkü artık hep birlikte çalıp üretmenin zamanı. Proje kadınlar tarafından yazılan müzikleri çalmaya devam edecek. Burada kadın müziği erkek müziği diye bir farklılık olmadığının da altını çizmek isterim. Bu sadece fırsat eşitliğine ikna olduğumuz zamana kadar böyle sürer. Şunu da belirtmek ihtiyacı duydum, kadın şarkı yazarlarımızın bazen derin ve ağır ifadeleri olabiliyor ki bu çok normal. Ötekileştirilmeden, küçümsenmeden, aşağılanmadan yaşayamıyoruz bu ülkede. Kadın şarkı yazarlarının son on yılda ciddi bir artış göstermesinin sebebini buna bağlıyorum. Baskı arttıkça söyleyecek söz ağırlaşıyor. Bazen gözyaşları içinde düzenleme yapıyorum. Düzenlemeleri programımıza alıp seslendiriyoruz, sanatçı bizimle olmasa da ve düzenlediğim parçalardan bazılarını ağlamadan söyleyemediğim için programa alamıyorum. Sahnede çalma şeklimiz bir proje olarak çok iddialı aslında. Düzenlemeleri bizim sahnede çalma halimize göre yapıyorum ve bunu şarkıcı ile paylaşmıyorum. Provasını da sanatçı ile birlikte yapmıyoruz. Caz müziğinin doğaçlama ve rastlamsallık geleneğini bozmadan sanatçıyı sahneye alıyoruz ve kendi müziğinin bu haliyle tanışıp sahnede adapte olup söylüyor. Form değişik, tavır değişik. Buna alışık olmayan, hazır olmayan müzisyenlerle çalışmamayı tercih ediyorum. Bu sahneye konuk olan sanatçı için de çalan müzisyenler için de çok heyecan verici bir performans oluyor. Sürprizlerle dolu. Her sahnede 2 sanatçı ağırladığım düşünülürse hem ciddi bir literatür birikiyor hem de dinleyici için şaşırtıcı bir deneyim oluyor. Performanslar trio’dan sextet’e değişiklik gösterebiliyor. Türkiye’de sahnede yeni bir parçayı ve düzenlemesini o sırada çalma, yorumlama iddiasında olan başka bir proje bilmiyorum.

Bundan sonra ne olacak?

Ben de pek bilmiyorum. Sosyal medyanın reklam diretmesi, yapay zeka, Spotify gibi müzik platformlarının içerik üretme baskısı derken arada sıkışmış durumdayız. Konu sadece müzik olamıyor ve dilediğin müziği yapma, yayınlama özgürlüğü gibi pazarlanan şeyin hepimizin başına bela olan bir sansür mekanizmasına dönüştüğünü izliyoruz. Uçak fiyatları gibi turne maliyetleri çok arttığı için uluslararası performansların sayısı düştü, caz kulüpleri lokalleşti. Kulüplerin müzisyenlere ödediği rakamlar özellikle Türkiye gibi hiper enflasyon ortamında değişen fiyatlarla orantılı değil. Acayip bir süreçteyiz ve anlayamadığımız bir sürü duruma karşı şaşkınlıkla ve eski alışkanlıklarımızla müzisyen olmaya çalışıyoruz. Ben birkaç ay durum değerlendirmesi yapmak üzere durma kararı aldım. Bu üretken değilim anlamına gelmesin, sadece çalmaya biraz ara vermek istiyorum. Sırada eskiden kalan kaydedilmemiş müziklerimi trio ve quintet olarak kaydedip iKi Muzik’ten yayınlamak var. İçinde şarkılar da caz parçaları da var. Redd’e yaylı sazlar quartet aranjmanları yapmıştım bu sene onlar çalınacak. Farklı formatlar ve projeler için düzenlemeler yapmaya ve müzik yazmaya devam ediyorum, içerik baskısından bağımsız elbette. Bir de Nedir Bu Caz Denen Şey?Müzikte Kadınların İzi gibi müzik dinleme kültürü üzerine online cep seminerleri yapmaya başladım 2023’te. iKi Muzik adına onlara devam etmek, başka sanatçı ve konularla geliştirmek istiyorum. Seminerleri çok ucuz tutup interaktif buluşmalarla farklı ve farkında bir dinleyici grubu oluşturmak arzusundayım. Şikayet edip ‘şey’lerin kendiliğinden değişmesini beklemek benim hayat görüşüme uymuyor.



https://www.mesele121.org/sahnede-daha-fazla-kadin-trompetci-tromboncu-gormek-istiyorum/